17 Kasım 2011 Perşembe

Arapsaçı


Tamamlanmakta olan salonu ile birlikte son dönemlerde Avrupa'nın kısa sürede muazzam bir gelişme gösteren organizasyonlarından biri olan Fenerbahçe Ülker'in geçen sene şanssız bir biçimde final fouru kaçırmış olmasının ardından bu sezonun başında ben dahil herkes oturmuş bu düzenin üzerine birkaç tuğla daha koyup hedeflenen nokta için gerekli hamlelerin yapılacağını bekliyordu. Ancak kadroya dahil edilen elemanların (Gist ve Jerrels'ın) sarı lacivertlileri istenen noktaya ulaştırmakta zorlanacağını hatta yetmeyeceğini gördük. Takımın esas ihtiyacının tam anlamıyla bir guard ve skor yükünü çekebilecek istikrarlı bir uzun olduğu belli iken gidip bir Anadolu futbol takımının kadrosuna toplu imza şovla dahil ettiği Brezilyalılardan farksız oyuncular ile anlaşmaları Fenerbahçe'nin hedefleri konusunda beni şüpheye düşürmedi değil. Tamam futbol takımının sezon başında yaşadığı çalkantılı süreç sonrası maddi olarak etkilenmiş olması belki de onları bu yola sokmuş olabilir ama gidip final four için hiçbir katkı sağlamayacak günlük performansları ile iş yapmaya çalışmış istikrarsız iki Amerikalı yerine adamakıllı hamleler bekliyor insan yinede... Transferlerden Thabo Sefolosha'da olmasa başarılı olarak nitelendirilecek hamlesi yok ekibin. Son anda o da kadroya katılmasa ne olurdu Fener'in hali meçhul (!). Şimdi Gist ve Jerrels'a çok acımasız davrandığımı düşünenler olabilir ama benim onların yeteneklerine olan saygım sonsuz. Eleştrim takımın kimyasına uymadıkları yönünde. Hem Gist hem Jerrels'ın atletik yetenek ve çabukluklarına lafım yok ama bu elemanlar basketbolu akıllarıyla oynamıyor. Takım geçen seneki karakterini kaybetmiş gibi. Aydın Örs ile birlikte genlerine nakşedilmiş olan 'savunma ile varolma' mentalitesinin bu sezonla beraber tam anlamıyla uygulandığını düşünmüyorum. Bu sezonki düşüşün en büyük sebebide bu sorun. Ayrıca Bojan Bogdanovic'in transferi sonrası takımın ruhu, kalbi olan Ömer Onan'ın performansında düşüşe sebep olduğu kanısındayım. Her geçen sene gençleşmiyor kaptan ama bu transfer sonrası biraz olsun gölgede kaldığı da bir gerçek. Takımın tek kurtuluş yolu savunmadan geçiyor. Sadece  bu yolla takıma dahil olan bu yanlış transferlerin defosu bir ölçüde kapatılabilir. Reçete belli; Ömer ve Mirsad ruhani liderliğe son sürat devam etmeli (Ömer, Bogdanovic'ten fırsat buldukça yine takımı sürüklemeli), Emir'e yeteneklerini sergileyecek ortam yaratılmalı (şişkin rotasyona rağmen),Vidmar pamuklara sarılmalı çünkü savunmada yaptıklarına büyük ihtiyaç duyuluyor (bkz. geçen sezon sakatlandı ve herşey tersine döndü). Takımdaki Hırvat cemaatine gelince, Ukic'in tam anlamıyla bir lider olmamasına rağmen deliciliği ve alternatifsiz olması onun yerini garantiliyor. Tomas şuan sakat fakat takım düzeni içinde fazla sırıtmayan tipte bir eleman. Bogdanovic'e gelince ise şapkasını önüne alıp düşünmeli Spahija. Yetenek olarak kusursuz bir skorer ama o geldikten sonra Ömer'in performansının düştüğünü görmekteyiz. Spahija için karar vakti geldi çattı. Ya takımın kalbiyle oynamasına izin verip savunmayı rakibine dikte edecek ve Bogdanovic'i kesecek ya da bu genç skorere direksiyonu emanet edip bu gidişle koltuğunu kaybedecek.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

İhsan Bayülken Röportajı

O, yıllar sonra finale yükselmiş olan Beşiktaş takımının yaratıcısı, ardından kısa sürede olsa bir Beykoz macerası yaşamış bir antrenör ve  son dönemlerde Ntv, Ntvspor ve zaman zamanda Nba Tv'de yorumlarını severek dinlediğimiz bir yorumcu. Evet İhsan Bayülken'den bahsediyorum. Kendisi internet üzerinden sorduğum sorulara içtenlikle cevap verdi. Öyle mırın kırın yapmayarak tamamiyle egolarından arınmış bir şekilde yaklaşması benim gibi çaylak bir blog yazarında büyük şaşkınlık yarattı doğrusunu isterseniz. Röportaja dönecek olursak;

Jazzman : Yorumculuk dünyasına hızlı bir geçiş yaptınız. Ntvspor'da Euroleague ağırlıklı yazılarınızı okuduk ve yorumculuğa aktif olarak devam eden tek koç olarak göze çarpmaktasınız. Koçluk ve yorumculuk arasındaki farkları bizimle paylaşır mısınız? Hangisi size daha yakın?

İhsan Hoca : Tabi ki sahanın kenarında olmak istenilen şeydir ama ülkemizdeki gerçeklerini de dikkate almak gerekir. Organizasyon olarak uzun soluklu projeler çok fazla takım tarafından hayata geçirilemiyor. Burada bir tercih yapmanız gerekiyor. Benimde kısa dönemli çalışmalara sıcak bakma gibi bir tercihim olmadı. Yorumculuk ise koçluk yapmadığınız dönemlerde sizin basketboldaki gelişmeleri takip ederek paylaşmanızı sürekli hale getiriyor.

Jazzman : Sizin gibi yorumculuk yapan Murat Özyer'in Ted Kolej'in başantrenörü olması, Çetin Yılmaz'ın ise Anadolu Efes'in teknik koordinatörlüğüne getirilmesi ardından tek yorumcu-koç olarak kaldınız. Yakında sizide basketbol sahalarına görebilecek miyiz? Değerlendirmeye aldığınız bir teklif var mı?

İhsan Hoca : Uzun soluklu proje olarak Hidayet Türkoğlu ile bir birliktelik içine girdik. Kısa vadede altyapı takımlarmızı bu sezon kuruyoruz devamında oyuncu yetiştirme amacı ile beraber çalıştığımız gençleri geliştirerek üst seviye takımına da geçiş yapacağız. Hedefimiz basketbolcu yetiştirmek değil 'sporcu' yetiştirmek olacaktır. Bu uzun vadeli bir proje ve inşallah süreci iyi kullanmayı başarırız.

Jazzman : Koçluk kariyerinizde çalıştığınız oyuncular içerisinde sizi karakteri ve iş ahlakı ile etkileyen bir oyuncunuz oldu mu?

İhsan Hoca : Yabancı oyuncular içinde El-Amin biraz daha farklı konumda olmuştur. Yeteneklerini doğru şekilde sergilemesi için hazırladığımız ortamı çok iyi tamamlamış olmasından dolayı. Türk oyunculara gelince bir tercih yapmak çok zor. Hepsinin bende yeri çok ayrıdır.

Jazzman : Nba'de olan lokavt sonrası Nba oyuncuları başta Avrupa olmak üzere birçok yerde revaçta. Hatta ligimizde Beşiktaş Deron Williams'ı, Galatasaray Darius Songalia'yı renklerine bağladı. Şuan herhangi bir takımın başında olsaydınız hangi Nba oyuncusunu transfer etmek isterdiniz? Kim bilir belki bu sezon sizi o oyuncunun antrenörü olarak görürüz.

İhsan Hoca : Oklahoma City Thunder takımından James Harden beni etkileyen oyuncuların başında geliyor. Diğer bir isim Marc Gasol olur. Ama kariyerini mahvetmesine rağmen favori oyuncum Baron Davis olmuştur. Bu üç oyuncudan birini duruma göre tercih ederdim.

Jazzman : Bir koç olarak takımın başına şuan geçseniz ilk olarak neyi dikte etmeyi tercih edersiniz ?  Kısacası 'savunma'yı mı yoksa 'hücum'u mu tercih edersiniz ? Yoksa eldeki malzeme neye uygunsa o yolda mı ilerlersiniz ? 

İhsan Hoca : Bulunduğumuz şartlara göre değişir. Biz Beşiktaş takımını oluştururken; taraftara uygun bir model düşündük. Mücadele eden, seyircinin kendisine yakın hissedeceği El-Amin, Ayuso gibi düzenler içinde oynamayı sevmeyen oyuncuları seçtik. Bir noktaya kadar başarılı olduk ve ligi üçüncü bitirdik. Diğer sene şampiyon olmak için düzenler içinde bir uzun gerektiğine inandık ve Ratko Varda takıma dahil oldu. Yani demek istediğim basketbol için tek bir doğru yok. Sadece takımın kimliğine göre model üretip ona göre oyuncu almak gerekecektir. İşte ondan sonra savunma ve hücum alternatif öncelikleri hayata geçirilecektir.

Jazzman : Oyun tarzını beğenip hayran olduğunuz koçlar kimler?

İhsan Hoca : Son Euroleague serilerinde gösterdiği performansla Obradoviç ama genel anlamda Greg Popovic ve Ettore Messina.

24 Haziran 2011 Cuma

Nazar Etme Ne Olur Çalış Seninde Olur !


Ülker grubu, futbolun üç büyüklerine basketbolda da destek vermeye karar verdiğinde Türk Basketbolu için önemli önemli bir adım atılmıştı. Bu sezonun sonlanmasıyla Ülker grubu Galatasaray ve Beşiktaş'tan desteğini çekeceğini açıkladı . Sponsorluk sürecinde bu iki takımızında fırsatlardan ne ölçüde faydalandıklarına bir bakacak olursak ; biri ailenin çalışkan evladı , diğeri ise hakkında eve gelen şikayetin haddinin hesabının olmadığı problemli bir çocuk profili çizmekte . Ailenin gözde evladı ; Cemal Nalga skandalı dışındaki 4 sezonda bir çeyrek final ( sponsorluk desteği aldığı ilk sezon ) 2 yarı final ve son sezonda da final oynarak istikrarlı bir gelişim gösterdi. Özellikle yabancı oyuncu kadrosunda  istikrarı yakalayamamış olsa da (Sadece Radoslav Rancik takımda iki sene üstüste forma giydi.Kendisi seneye Ukrayna'da forma giyecek) ödemeler ile ilgili herhangi bir sorun yaşamadı sarı kırmızılılar. Malik Dixon ,Gerald Fitch , Dee Brown , Milan Gurovic gibi oyuncuları barındırdı kadrosunda. 
    
Aynı tabloyu ailenin sorunlu çocuğu için değerlendirecek olursak; sponsorluk desteği almadan önceki sezonda oynanan final ile taraftarın ilgisi azda olsa futboldan çekilmiş  ve   Ülker'in desteğiyle    'bir şampiyounluk gelir mi ?' sorusu akıllara gelir olmuştu. Sponsorluk süresince siyah beyazlılar bir sene çeyrek final  bir sonraki sene yarı final oynama konusunda büyük istikrar tutturdu . Bu bir ters bir düz motif böyle giderse seneye yarı final kesin (!) .Ancak Delgado'nun gidene kadar  Cola   Turka'dan    gelen    sponsorluk yardımı ile hayatını idame ettirmiş olması , oyuncuların alacaklarından ötürü külüple sürekli sorunlar yaşamış olmaları , antrenman boykotları vardı bu 5 sezonda dillerde . Sadece 2007-2008 sezonunda Rick Apodaca'lı, Sandro Nicevic'li ve en önemlisi Preston Shumpert'li (takımdan ayrılması bir taraftar olarak bende ayrı bir yaradır ) kadro için büyük bir başarı beklentisi oluşmuştu . O sezon fırtınalar gibi esen ligi birinci bitiren kadronun Uleb Cup çeyrek finalinde ailenin çalışkan çocuğu olan Galatasaray'a yine maddi sıkıntılar sonucu patlak veren oyuncu isyanı sonunda elenmesi ve ardından playofflarda ilk turda Türk Telekom'a elenmesi Beşiktaş üzerinde gezen bu kara bulutların dağılmayacağı konusunda ben dahil olmak üzere herkesi hemfikir yaptı. Takımda 3 senedir forma giyen oyuncunun Mire Chatman olması ayrı bir ironi . Oyununun çok yönlülüğünü sevdiğim ama disiplin ve mental olarak bazı problemlere sahip olduğu aşikar olan Chatman'ın kadroda tutulup ; Galatasary'da gösterdiği performans ile Beşiktaş taraflarının yüreğini cız ettiren Preston Shumpert'in gönderilmesine göz yummak ayrı bir yazı konusu!
    
Galatasaray başa Oktay Mahmuti gibi bir sistem adamını getirip ardından koçun etiketi sayesinde kaliteli Türk oyuncu transferi yaptı ve kaliteli yabancılarıyla Euroleague kapısına dayandı. Artık kadro olarakta istikrar korunacak ve kaliteli parçalarla donatılacak (Ender , Cevher , Furkan takviyeleri) gibi görünüyor. Beşiktaş ise oyuncularını sözleşmelerini feshetmeleri için komando eğitimine tabi tutmaya devam etsin atı alan gitti istediği yere gibi...

14 Haziran 2011 Salı

Kim Lan Bu Jason Terry ?

           
Kariyeri boyunca sıkıntılı durumlarda elini taşın altına koymaktan çekinen,figüran olmaktan öteye geçemeyen bu adam ne oldu da bu playoff'larda kediden aslana dönüştü?Yazının kahramanı Jason Terry nam-ı değer JET; kariyeri boyunca bekleneni verememiş , baskı altında ezilen damgası yemiş biri iken (2006 finali ve Golden State serisi buna örnek ) bu sene başta Lebron James olmak üzere tüm Miami savunmasına kafa tuttu. Belki de bu sene başlangıcında sağ pazusunun iç kısmına yaptırdığı şampiyonluk dövmesi (şampiyon olduktan sonra yapılan röportajda sergileme imkanı buldu.) yada oynanacak maç öncesi rakip takımın şortuyla yatma ritüeli sonuç gösterdi ve tüm bu totemler onu yüzüğe ulaştırdı.1999 yılında Atlanta Hawks tarafından 10. sırada seçilen Arizona mezunu Terry , Stacey Augmon'dan sonra birinci veya ikinci çaylaklar takımına seçilme başarısı gösteren Hawks oyuncusu oldu.Hawks forması altında yaşanan playoffsuz sezonlar belki de onun küçük takımın büyük oyuncusu rolüne kapılmasına ve Dallas'ta beklenen performansı gösterememesine sebep oldu. Ancak bu sezon herkese farklı bir Terry izletti ve geçmişteki kötü hatıraları yok etmeyi bildi.

Bu sene başladığında onlara ben dahil olmak üzere hiçkimse tarafından şans verilmeyen bu takım, Portland'ı ıkına sıkıla eledikten sonra, bu seneki en büyük şampiyonluk adayı olan L.A Lakers'ı süpürerek büyük bir sürprize imza attı.  Kadroya baktığımızda büyük çoğunluğun 'kaybedenler' safında bulunduğunu görmek mümkün. Shawn Marion ; playofflarda kaybolan, Phoenix'ten ayrıldıktan sonra ( açıkçası Nash'tan ayrıldıktan sonra ) bitti gözüyle bakılan biriyken  finalde farklı bir opsiyon oldu. Jason Kidd ; paspas olmuş bir organizasyonu iki kez finale taşıma başarısı gösterdi ancak tüm bunlar ona bir yüzük kazanma şansı tanımadı. Richard Jefferson , Kenyon Martin ve daha bir çok takım arkadaşını en az iki gömlek yukarı atlatıp aldıkları kontrata etik olarak ortak olmasını beklediğimiz veteran oyun kurucu nihayet bugün kavuştu uğrunda koştuğu bu yüzüğe. Peja Stojakovic ; Robert Horry'nin o mucizevi üçlüğü sonrası girdiği travmadan uzun yıllar çıkamadı. (New Orleans günleri de travma gibiydi)

Tyson Chandler ; Chicago tarafından yukarıdan seçilmesine rağmen hiçbir zaman bekleneni verememiş,konferans finalinde eledikleri Oklahoma tarafından takası sağlık testinde yetersiz olması nedeniyle iptal olmuş bir oyuncudan NBA şampiyonunun ilk beş pivotuna dönüştü . Takımın yıldızı her sene büyük fedakarlıklarla gittiği milli takımında 2002 Dünya Şampiyonası'nda bronz , 2005 Avrupa Şampiyonası'nda gümüş madalya kazandı. Belki bu düşük beklentili takımla elde edilen başarıyı hayalkırıklığı olarak nitelemek yanlış olsa da 2006 ve 2007'de yaşanan o hayal kırıklıkları ardından toparlanmak üstüne yüzüğü almak kolay değil. Takımın koçu şampiyon olabilecek bir takıma sahip iken kafası kırığın teki yüzünden (bu elaman ron ron oluyor) kaderi değişiyor ve o Jim Carrey suratlı adam şampiyonluğa daha bugün kavuşabiliyor belki daha erken kavuşabilecekken.
          
'Kaybedenler Kulübü'ne üye olmak için yeterli dramaya sahip bu organizasyon elemanları. Tüm seri boyunca favori Miami'ye karşı güzel bir mücadele örneği sergileyerek ve hakederek kazandı bu şampiyonluğu. Lanetli gömleği üzerlerinden çıkarıp Lebron ve arkadaşlarına emanet ettiler . Onlarda bu lanetli emaneti şampiyon olana dek taşıyacaklar tabi şampiyon olabilirlerse...

25 Şubat 2011 Cuma

Bu Ligde Kaybolmamış Birşeyler Var



Takas haberini alınca intikam almış olmanın verdiği haz ile yüzümde pis bir gülümseme beliriyor. Nba'in en büyük koçlarından birinin gitmesine sebep olan 'süper'yıldız ani bir haberle paketlenip göderiliyor. Küçük pazarların en büyük sıkıntısı yıldızlar tarafından yönetilmek. Belki bu davranışla Utah uzun süre toparlanamayacak ama gösterilen onurlu tutum bu lige romantik bakanlarca takdir edilecek. Açıkçası Greg Miller ve annesi (takımın sahipleri) tarafından böyle bir hamle yapılmasını pek beklemiyordum ama takımın genel menajeri; tabiri caizse takımda kalan son 'eski toprak' olan Kevin O'Connor,filmlerdeki kötü adamı haklayan kahraman edasıyla Sloan ve Johnson'un öcünü aldı. Devin Harris, Derrick Favors ve iki tane ilk tur draft hakkı karşılığında (ligi iyi tamamlayamayacak olan iki takım Golden State ve New Jersey'den) 'süper'yıldızı New Jersey Nets'e gönderdi. Devin Harris'in Utah'ın aradığı kan olup olmadığı sorgulanır ama yazımın başında da belirttiğim gibi intikam alındı bir kere takıma kimi getirirsen getir. Eldeki malzemelerle neler yapılabileceğine gelirsek Favors'un atletizmi ile savunma belki bir kademe ileri atlanabilinir. Memo döndüğünde iyi bir iç-dış dengesi oluşabilir. Savunmadaki blok tehditi ile temsilcimiz Memo'nun üzerindeki savunma yükünü Boozer'a nazaran fazlasıyla alacaktır.Tabi çaylak oyuncunun pota dibindeki bitirişlerini geliştirmesi lazım hücümda ayrı bir opsiyon olabilmesi için. Devin Harris'e gelince hızı ve pozisyonuna göre atletikliği ile göze çarpıyor. Westbrook ve Harris gibi takımı oynatma görevi üzerlerine kalan guardlar asist rakamlar kaç olursa olsun takımı yönetecek oyun zekasına sahip imaja bende bir türlü kavuşamıyorlar. Harris'in Deron Williams gibi takımı oynatmasını beklemek delilik olur. Ancak içeri driveları sonrası dışarı çıkaracağı paslar ile kapanan savunmayı açacak dış kaynaklı basketlere asist verebilir. Savunmada çabuk elleri ile rakip guarda baskı yapabilir. Ardından çalınan toplar sayesinde takımı hızlı hücüma çıkarabilir. Utah'ın draftlarda kaliteli oyuncu seçebilme yeteneği de işin içine girince tablo tozpembe. Toparlanma süreci gitgide kısabilir. Bu onurlu davranışla Jazz organizasyonu belki lider ruhu olmayan , başı sıkıştıkça etrafa ağlayan , takım arkadaşlarına saran bir 'süper'yıldıza sahip olamayacak ancak bu hakkaniyetli hamleden sonra Nba çevrelerinde unutulmaya yüz tutan 'adalet' mefhumunun tekrar dillendirildiği ortada. Ne diyelim darısı diğer 'süper'yıldızlarca yönetilen takımlara.

11 Şubat 2011 Cuma

Bir Devrin Sonu



Televizyonlarda son dakika haberleri görüyorum 'Hüsnü Mübarek görevini yardımcısına devretti diye' iplemiyorum fazla. Yeni uyanmışım dün geceki 2 maçtan sonra. Şöyle basketbol sitelerine bir göz atarken karşılaşıyorum şaşırtan haberle. Salt Lake City Deseret News kaynaklı habere göre Utah Jazz organizasyonu ve coach Jerry Sloan arasındaki 23 yıllık birliktelik bitiyor. Ntvspor'a bakıyorum son dakika haberi verecekler mi diye? Bari en azından altyazı geçseler? Bekle babam bekle o da yok... Bir Utah Jazz taraftarı olarak biraz derinden etkilendim sanırsam. Her neyse yazımda geçen bu iki şahsiyetin;görevleri başında yirmi yıldan fazla bulunan yöneticiler olmasından başka ortak noktaları yok. Biri görevi bıraksın diye halkı isyan ediyor,diğeri için ise arada ben dahil taraftar  grubu köpürsek bile ayrılık fikrini bir türlü konduramıyorduk. Ne kadar tezat iki profil değil mi? Bu kadar güncel haber yeter konumuza geri dönelim. Oyunculuk kariyerinde de sert oyunuyla, mücadeleden kaçmamasıyla tanınırdı 1965 draftında Baltimore Bullets tarafından 4.sıradan kurt koç. 4 kez Nba'in en iyi savunma takımına,2 kez de en iyi ikinci savunma takımına seçidi. 2 kez Allstar seçildi ve kariyerinin sonunda Bulls organizasyonu tarafından 4 numaralı forması emekli edildi. Koçluğa da formasını emekli eden organizasyonda başladı bu eski toprak 3 seneden kısa bir süren bu deneyimden sonra asistan koçluk görevini üstlendi ve 1988 yılında 23 yıl sürecek bir maceraya adım attı Utah Jazz ile birlikte. Sert mizaçlı biriydi,öyle oyuncusu için saha dışında bir 'baba' figürü değildi,oyuncusunu kazanmak uğruna çaba göstermezdi,kendine göre doğruları vardı ve bunlardan vazgeçmezdi başarısız olsa bile. Tam anlamıyla eski kafalı 'old school' bir koçtu. O spor tarihine 'istikrar' kelimesini öğreten bir şahsiyetti. Yanına aldığı 2 tane oyuncuyla beraber bir organizasyonun tarihini değiştirdi. Kimlerden bahsettiğimi biliyorsunuz herhalde. Biri lig tarhinin en çok asist yapan oyuncusu,diğeri ise Kareem Abdul Jabbar'dan sonra en çok sayı bulan ikinci oyuncu apoletine sahip bir postacı. 18 yıl muazzam bir birlikteliğe sahip oldular.  Bu önemli ikilinin emekli olmalarından sonra bile Ben Handlogten (eski Ülkerli),Michael Ruffin'li kadroyla bile playoff' trenini son maçta kaçırdı. Sadece 2004-2005 sezonunda %50 galibiyet oranının altında kaldı. Takımın geleceği olan Deron'la çaylak yılının ilk dönemlerinde biraz sıkıntı yaşasa bile onunla beraber bir konferans finaline ulaştı. Buna karşın kariyerinde hiç 'Yılın Koçu' ödülünü alamadı. Bu ödülü alıp ardından kariyeri sonlanan birçok örnek var. Buradan bu ödülün çokta matah birşey olmadığını hatırlatmaya gerek yok. Dedim ya mücadeleden kaçmazdı Sloan. Şampiyonluk yolunda 2 kez Jordan'lı Chicago'ya Nba Finali'nde kaybetti pes etmedi. Eşini kanserden kaybetti yine pes etmedi 69 yaşındaki çınar ama koçluk konusunda pes etme vaktinin geldiğini herkese beklenmedik bir zamanda gösterdi. Bir taraftar olarak beni zaman zaman fitil etse bile;1998 finalinde Jordan ve arkadaşları sevinirken aralarından üzgün ayrılan bu beyaz formalı oyuncular için duyduğum sevgiyi arttıran bir şahsiyet oldu ve kendisini tanıdıkça  ona karşı duyduğum saygı giderek arttı. Son olarak bir dipnot : Sloan'ın yardımcısı Phil Johnson'u kutlamak gerek. Mükemmel bir duruş gösterdi arkasında durduğu adam görevi bırakma kararı alınca. Yapılan basın toplantısında 'onunla geldim onunla beraber gideceğim.' diyerek bir Jazz taraftarı olarak gönlümde taht kurdu. Seni unutmayacağız yaşlı kurt...

3 Şubat 2011 Perşembe

Sen Neymişsin Be Abi



Efes Pilsen forması altında oyuna sonradan giren 6 numaralı bu abimizin işi; rakibin skorerinin başına çökmek ve buna müteakip skorerin topu bırakıp 'hadi bırakalım abi be ne yaaa' demesi sonrasında savunmada kapılan topun ileriye fırlatılması ardından Efes Pilsen'in skor hanesine 2 sayı yazdırmaktı. Zaman zamanda perdeden çıktıktan sonra o kendine has şut stiliyle yüzdesi fena olmayan üçlükler de gönderirdi köşelerden. Adına 'Ferrari' denilen Ömer Onan'ı ilk beşe monte etmek,ondan komple bir yıldız yaratmak kimsein aklına gelmedi. Üstüne üstlük yeri geldi benche makhum edildi,milli takımdan yaşı bahane edilerek uzaklaştırılmaya bile çalışıldı. Ancak o,tüm bunlara sahada gösterdiği performanslarla cevap verdi ve tüm basketbolseverler için önemli bir karakter oldu. Zaman zaman agresifliğiyle karşı takım taraftarlarında bir infial yaratma potansiyeli de olsa Sırbistan maçında Teodosic'e yaptığı o 'dayılanma' ile adeta kafasının içine girdi ve bu da işimize geldi. Tecrübe kazandıkça da savunmadaki dayılanma ile gerçek dayılanma arasında belirgin ayrım yapabilir oldu ve son birkaç yılda komple bir yıldız oldu. Lakabı 'Ferrari' olan Ömer bu günlere 'Ferrarisini Satmadan' geldi. Hızı falan yerinde (maşallah) yaş 32 olmasına rağmen. Euroleague'de kariyer sayı rekoruna Valencia maçıyla ulaştı. Ayrıca Beko Basketbol Ligi'nde de 16 sayı ile kariyerinin en iyi dönemini yaşıyor. Mirsad Türkcan'la beraber bu kaliteli kadroyu bir arada tutan en önemli parça. Hem öyle sade çene yaparak sağlamaya çalışmıyor bu birlikteliği,yeri geliyor bir top uğruna yerden yere atlamayı,fast breaki bitirebilmek pahasına pota altındaki kameramanı mamülen emekli etmeyi görev biliyor kendine! Ne yalan söyleyim böyle büyük bir oyuncuyu,takipçisi olduğum takımın skorerini hayatından bezdirme noktasına getirse bile izlemek büyük bir zevk.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Ah Bu Parasızlığın Gözü Kör Olsun!

Draft edilmemiş olan Wes Matthews'a Portland tarafından önerilen kontratın karşılanmamasıyla başladı bendeki bu isyan.Utah'ta oynadığı o tek sezonda ilk 5'e yerleşip (82 maçın 48'inde beş başladı.) koç Sloan'ın çaylaklara olan bakışaçısını değiştirmiş,dış savunmayı toparlamıştı genç yetenek(playofflarda Melo'ya yaptırdığı hücum faullerle rakibinin kafasında yer etmiş ve kalpleri kazanmıştı).Kendisini ispat ettiği o tek sezonun ortalarında başladı o meşhur 'yaprak dökümü'.Eric Maynor mali sebeplerden ötürü Matt Harpring'in kontratıyla beraber Oklahoma'ya,Ronnie Brewer'da ilk tur draft hakkı karşılığında Memphis'e takas olmaları iskeleti bozmuştu bir kere.Yıllar sonra Deron'un arkasında duran adamakıllı takımı oynatan bir guardı seneler sonra draft etmişken (1.tur 20.sıra) sırf küçük bir pazar olmanın verdiği mali sıkıntıdan ötürü  kaybetmek ve senelerdir ilk beş rotasyonuna monte olup özenle seçtiği şutları yüzdeyle değerlendirmesi ve zaman zaman bıraktığı o ilginç bıyığıyla gönlümüzde yer etmiş olan Brewer'ı takas etmek organizasyonun geleceği açısından geriye doğru götürebilecek önemli hamlelerin başlangıcıydı.Ardından şehir tarafından sevilen keskin üçlükçü Kyle Korver'ın sezon sonunda tutulamaması da krema oldu bu pastaya.Boozer'la kontrat uzatmamak biz taraftarların 'Allahın sevgili kulu' olduğumuzu hatırlatan ve hayata döndüren bir anektod olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.Yoksa bu gidişle Müslüm Baba'dan girip kendimizi jiletlemeye başlamalıydık!O veya bu şekillde NBA'in kıyısında köşesinde tutunmuş olan oyunculara baktığımızda Jazz damgasını görmekte mümkün.Utah tarafında ikinci tur 47.sırada seçilen Mo Williams her ne kadar 'mücadeleyi görünce pusan' etiketini taşısa bile kalburüstü bir oyun kurucu sayılabilir.Deron Williams'ın okuldan arkadaşı Dee Brown (2.tur 13.sıra) her takımda kenardan gelip oyun kurucu mevkisine katkıda bulunabilecek bir yedek olabilir (Ayrıca Gs Cafe Crown'da oynadığından ekstra bir sempati kazanıyor).Sasha Pavlovic, (2003 draftı ilk tur 19.sıra) Cleveland ve kısa bir Minnesota macerasından sonra şuan Caron Butler'ın sakatlığı sonrası kimi bulsa transfer eden Dallas Mavericks'te ilk beş oynuyor!Bu örneklerden Utah'ın derinlerden cevherleri bulup çıkarmada tam bir usta olduğunu görüyoruz.Bir taraftar olarak içimi rahatlatan da bu özellik aslında.Ne dersiniz bu yaprak dökümünün ardından;çaylak Gordon Hayward ve yine draftın derinliklerinden bulunup kadroda tutlan Paul Millsap'ın gelişimlerini izleyerek yeni bir 'cevher çıkarma' operasyonuna şahit mi oluyoruz ne?